897- Neden Ancak Özgür Bir İnsan Onurlu Bir Hayat Yaşayabilir?

       İnsan, doğası gereği düşünen, sorgulayan ve anlam arayan bir varlıktır. Tarih boyunca filozoflar, insanı diğer canlılardan ayıran özelliğin “akıl” ve “irade” olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu iki özelliğin değer kazanması, insanın onları özgürce kullanabilmesiyle mümkündür. Özgürlük, insanın kendi kararlarını verebilmesi, kendi hayatının sorumluluğunu taşıyabilmesi anlamına gelir. Bu nedenle bir insanın gerçekten onurlu bir hayat yaşaması, ancak özgür bir iradeye sahip olmasıyla mümkündür. Çünkü özgürlüğü elinden alınan bir insan, kendi varlığını tam anlamıyla gerçekleştiremez; bu da onun onurunu zedeler.

       Öncelikle “onur” kavramını doğru anlamak gerekir. Onur, insanın kendi değerine olan inancıdır; kim olduğunu bilmesi, kendi kararlarına saygı duymasıdır. Onurlu bir insan, kendi iç sesine kulak verir ve ne olursa olsun, başkalarının baskısıyla hareket etmez. Onur, dışarıdan gelen övgülerle değil, kişinin kendi vicdanındaki huzurla ilgilidir. Bir insan, özgür olmadığı zaman bu vicdani huzuru da kaybeder. Çünkü başkalarının zoruyla verilen kararlar, insana ait değildir; bu kararların arkasında durmak da mümkün olmaz. Bu durumda kişi, kendi benliğini bastırmak zorunda kalır ve zamanla kendine yabancılaşır.

       Özgürlük kavramı yalnızca fiziksel bir serbestlik değildir. Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve yaşam tarzı özgürlüğü gibi birçok yönü vardır. Bir insanın onurlu yaşayabilmesi için bu alanlarda da kendini özgür hissetmesi gerekir. Örneğin, düşüncelerini açıklamaktan korkan bir birey, zamanla kendi fikirlerine bile güvenemez hâle gelir. Böyle biri, dıştan bakıldığında “itaatkâr” ya da “uyumlu” görünebilir; fakat iç dünyasında sürekli bir huzursuzluk ve değersizlik hissi yaşar. Bu da insan onuruna en büyük zararlardan biridir.

       Immanuel Kant, özgürlük ve onur arasındaki ilişkiyi çok açık şekilde ortaya koymuştur. Kant’a göre insanın değeri, aklını kullanarak kendi ahlaki yasalarını koyabilmesinden gelir. Yani insan, doğruyu ve yanlışı kendi aklıyla ayırt edebildiği sürece saygıdeğerdir. Eğer bir kişi başkalarının emirleriyle, korkuyla ya da çıkar amacıyla hareket ediyorsa, kendi aklını kullanmamış olur. Bu durumda insan yalnızca “itaat eden” bir varlığa dönüşür. Kant’ın ünlü sözü olan “İnsanı asla bir araç olarak değil, her zaman bir amaç olarak görmeliyiz.” ifadesi tam da bu noktayı vurgular. Özgür olmayan biri, kendi hayatını değil, başkalarının isteklerini yaşar. Dolayısıyla, özgürlüğünü kaybeden insan, onurunu da kaybeder.

       Jean-Jacques Rousseau da benzer bir bakış açısına sahiptir. Rousseau’ya göre insan doğuştan özgürdür; ancak toplumun kuralları, gelenekleri ve baskıları bu özgürlüğü kısıtlar. İnsan, toplumun beklentilerini karşılamak uğruna kendi doğallığını kaybeder ve sahte bir kimlik edinir. Böyle bir durumda kişi, kendi benliğiyle çatışır. Bu çatışma, insanın hem özgürlüğünü hem de onurunu zedeler. Rousseau’ya göre gerçek mutluluk, insanın kendi vicdanına uygun yaşamasındadır. Kendi değerlerine sadık kalan insan, toplumun eleştirilerinden korkmaz; çünkü bilir ki asıl değer, kendi içsel dürüstlüğündedir.

       Günlük yaşamdan örnek vermek gerekirse: Bir insan düşünelim; çevresindeki herkes ondan belli bir davranış bekliyor. Fakat o, bu beklentinin yanlış olduğuna inanıyor. Eğer kişi korkusuzca kendi doğrularını savunabiliyorsa, bu onun özgür iradesini kullandığını gösterir. Toplumun ya da otoritenin baskısına rağmen doğru bildiği şeyi yapmak, büyük bir cesaret ister. İşte bu cesaret, onurun kendisidir. Çünkü onurlu bir insan, başkalarına yaranmak için kendini inkâr etmez. Buna karşılık, sürekli başkalarının onayını almaya çalışan biri, bir süre sonra kendi kimliğini yitirir. Dışarıdan bakıldığında başarılı ya da güçlü görünse bile, içsel olarak özgür değildir. Bu nedenle, özgürlüğün olmadığı yerde onurlu bir yaşamdan söz edilemez.

       Özgürlük ve onur arasındaki ilişkiyi tarih boyunca pek çok örnekte görmek mümkündür. Örneğin, bir halkın bağımsızlık mücadelesi verirken “onurlu yaşam” ifadesini sıkça kullanması tesadüf değildir. İnsanlar, özgürlükleri ellerinden alındığında, yalnızca fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da baskı altında kalırlar. Tarih boyunca birçok ulus, özgürlük uğruna büyük bedeller ödemiştir. Çünkü insanlar bilir ki, özgür olmadan elde edilen refah ya da güvenlik, gerçek bir yaşam değildir. Tutsak bir yaşam, ne kadar konforlu olursa olsun, onurlu sayılamaz. Bu yüzden özgürlük, insanın en temel varlık koşuludur.

       Ayrıca özgürlük, insanın kendini geliştirmesinin de temelidir. Özgür bir birey, düşüncelerini sınar, eleştirir, hatalarından ders çıkarır. Bu süreç, insanın olgunlaşmasını sağlar. Özgür olmayan bireyler ise sürekli olarak başkalarının çizdiği sınırlar içinde kalır. Hata yapmaktan korkar, yeni şeyler denemez, kendi potansiyelini keşfedemez. Bu durumda yaşam, başkalarının senaryosunu oynamaktan farksız hale gelir. Böyle bir yaşamda ne gelişim vardır ne de onur.

       Sonuç olarak, özgürlük ve onur birbiriyle sıkı sıkıya bağlı iki kavramdır. Özgürlük, insanın kendi hayatını şekillendirme gücüdür; onur ise bu hayatı kendi değerlerine uygun yaşamanın sonucudur. Özgürlüğü elinden alınan bir insan, kendi kararlarının sahibi olamaz; bu da onun onurunu zedeler. Onurlu bir yaşam, insanın başkalarına değil, kendi vicdanına karşı sorumlu olduğu bir yaşamdır. Gerçek anlamda özgür olan kişi, başkalarının beklentilerine göre değil, kendi doğrularına göre yaşar. Bu yüzden ancak özgür bir insan, kendi kimliğine sadık kalarak onurlu bir hayat sürdürebilir.

Kısacası, özgürlük insanın onurunu koruyan zırh, onur ise özgürlüğü anlamlı kılan ruhtur.


Adı Soyadı: Hamza Elhaman

Sınıf / No: 11/B – 897

Yorumlar

Popüler Yayınlar